2002 yılında vicdani ret iradesini açıklayıp asker gitmeyi reddeden Mehmet Bal, geçtiğimiz günlerde “emre itaatsizlikte ısrar” gerekçesiyle gözaltına alınmış ve ardından da tutuklamıştı. Mehmet Bal’ın gözaltında şiddet ve baskıya maruz kaldığını açıklaması üzerine bir grup insan ellerinde “Mehmet Bal Mehmetçik olmayacak”, “Askeri Cezaevlerinde İşkence Var” yazılı döviz ve pankartlarla Taksim’de Galatasaray Lisesi önünde bir basın açıklaması yapmıştı. Türkiye’de ilk vicdani ret 1990 yılında Vedat Zencir ve Tayfur Gönül isimli kişilerin vicdani retçi olduklarını açıklamalarıyla başlamıştı. Bu kişiler hakkında TCK’nın 155. maddesinden davalar açılmış ve yargılanmışlardı. 1990 yılından bu yana TCK’nın eski haline göre 155. yeni haline göre ise 318. maddesine muhalefetten yüze yakın kişi askeri mahkemelerde yargılandı. Yargılanan kişiler sivil olmalarına rağmen askeri cezaevlerine atıldı. Yıllarca askeri cezaevinde tutulan insanlara cezaevinden çıktıktan sonra da zorla askerlik yaptırıldı.
Yine ilk vicdani retçilerden biri olan Osman Murat Ülke, hakkında açılan davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşımıştı. AHİM Osman Murat Ülke’yi haklı bularak Türk devletine tazminat cezası vermişti. Türk devleti Osman Murat Ülke’ye ödemesi gereken para cezasını ödedi. Ama ne Ülke hakkında açılan dava bitti ne de vicdani retçi olduğunu açıklayan insanlar için Ülke’nin kazandığı dava emsal kabul edildi.
Bugüne kadar vicdani retçi olduğunu açıklayıp askere gitmeyeceğini söyleyen kişilerin başlarına gelmeyen kalmadı. Son örnek olarak Mehmet Bal’a uygulanan baskılar ve yapılan işkenceler bu durumu açıkça gösteriyor. Türkiye’de askerlik çağı geldiği halde askere gitmeyenlerin sayısı her geçen gün daha da artıyor. Bu artıştan korkan egemenler bu kişilere gözdağı verebilmek için vicdani retçileri askeri mahkemelerde yargılıyor ve askeri cezaevlerine atıyor. Nitekim vicdani retçi olduğunu açıklayan insanlar hakkında tekrar tekrar açılan davaların ve yapılan işkencelerin asıl nedeni son yıllarda askere gitmek istemeyen kişilerin sayısının giderek artmış olmasıdır.
Geçtiğimiz aylarda DTP Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal meclise asker kaçaklarıyla ilgili bir gensoru önergesi verip Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’den konuyla ilgili bir açıklama yapmasını istemişti. Nihayet bir açıklama yapan Vecdi Gönül, şu anda Türkiye’de askerlik çağında bulunanların sayısının 14 milyon 306 bin 525 olduğunu belirterek, “çeşitli nedenlerle, erteli olanlar ile yoklama kaçağı ve bakaya olarak arananların çağ içerisinde yükümlü sayısına oranı yüzde 7’dir” dedi. Bu oran 1 milyonu aşkın insanın şu ya da bu nedenle askere gitmediğini gösteriyor. Gönül’ün tecilli, yoklama kaçağı ve bakaya sayılarını ayrıntılı olarak vermekten kaçınarak hepsini bir çuvala doldurup toptan bir oran vermesinin sebebi ise belli: askere gitmekten kaçanların sayısının ne kadar yüksek olduğunun açık edilmek istenmemesi!
Bir milyondan fazla insanın neden askere gitmediği konusunda burjuvazinin ne bakanı ne başbakanı ne muhalefet partileri ne de ordusu tarafından bugüne kadar hiçbir açıklama yapılmadı. Ama genelkurmay başkanı liseli öğrencilerin kanlarıyla boyayarak imal ettikleri bir Türk bayrağını eline alarak burjuva medyanın önüne çıkıp şovenist açıklamalar yapmaktan çekinmiyor. Büyükanıt “onlara gözümüz gibi bakmamız lazım” diyor. Asker-sivil bürokratıyla politikacısıyla burjuvazinin temsilcilerinin her gün timsah gözyaşlarıyla açıklamalar yapıp milliyetçilik gazı vermeleri boşuna değil. Onlar ölüm makinesini besleyecek yemliklerin sayısını arttırmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Ne ölen askerler ne de gözyaşlı asker anaları egemenlerin zerre kadar bile umurunda değil. Onların umurunda olan, işçi ve emekçi insanların ve onların çocuklarının milliyetçilik zokasını yutup, gönüllüce savaş makinesinin haznesine atlamalarıdır.
Ancak burjuvazinin her türlü propaganda kampanyasına rağmen bugün Türkiye de askerlik çağı gelmiş her 20 gençten biri askere gitmek istemiyor. Bu sayı her geçen gün daha da artıyor. Bülent Ersoy savaşa karşı olduğunu söyledi diye hemen hakkında “halkı askerlikten soğutma” iddiasıyla dava açıldı. Benzer açıklamalar yaptıkları için yüzlerce insan aynı kaderi paylaşmaya devam ediyor. Asker cenazelerinde timsah gözyaşları döküp, ölen askerlerin ana-babalarının koluna giren subaylar, onlardan farklı sesler çıkınca hemen muameleyi değiştiriyorlar. Askerde ölen oğlunun cenazesinde “devlete hakkımı helal etmiyorum” diyen ana-babalar, ağızları kapatılıp derhal derdest ediliyorlar ve gözlerden uzaklaştırılıyorlar. Milliyetçiliği körüklemek için magazin haberlerini bile değerlendirmekten çekinmeyen medyada bu tür görüntülerle karşılaşmak neredeyse olanaksız elbette. Çünkü egemenler, ölen askerlerin ailelerinin bastırılmış öfkelerini dışa vurmalarından ve “halkın askerlikten soğumasından” korkuyorlar. Ezilip sömürülen emekçileri “Her Türk Asker Doğar” safsatasıyla uyutmaya çalışanlar, insanların bu derin uykudan uyanmaya başlamasından tedirgin oluyorlar.
marksisit tutum dergisi