Emperyalizm
özellikle 16-20. yüzyıllarda İngiltere ve Fransa'nın ağırlıklı olarak
ekonomik gayeleri ön planda tuttuğu bir yayılım politikası olmuş, ve bu
ülkelerin dünyanın her köşesinde ekonomik çıkarları doğrultusunda
işgallerine vesile olmuştur.
20. yüzyıl ile birlikte, emperyalizm furyasına ABD de katılmış, ancak
18-19. yüzyıl sonrası dünyada gelişen bağımsızlık ve milliyetçilik
akımları doğrultusunda, Amerikan emperyalizmi işgalci yayılmacılık
yerine çıkarcı siyaset ve dünya liderliği pozisyonu olarak
süregelmiştir.
21. yüzyıla girerken, emperyalizmde göze çarpan en önemli etken,
Rusya'nın dağılmışlığı ve soğuk savaşın sona ermesiyle,
Kapitalizm/Komunizm mücadelesinin yerini Amerika/Avrupa emperyalizmi
rekabetine bırakmış olmasıdır. Bu rekabet, öncelikle Avrupa ülkeleri
arasında tek vücut hareket etme gereğini doğurarak, AET'den başlayıp
AB'ye uzanan birleşme sürecini getirmiş, ve Amerikan Doları'na karşılık
ortak para birimi EURO'yu doğurmuştur. Bu rekabette en büyük etkenler
ise,
- global pazarlardan siyasi ilişkiler çerçevesinde en büyük payı kapma mücadelesi,
- 21. yüzyılda yaşanması beklenen enerji darboğazı doğrultusunda
dünyanın kısıtlı enerji kaynakları arasında hakimiyet sağlama
mücadelesi olmuştur.
Zira emperyalizmde sömürülmesi ve hakim olunması gereken olgu, 20.
yüzyılda hammadde ile başlamış ve zaman içerisinde yerini hammaddeyi
değerlendirmek için gereken enerjiye bırakmıştır.
Dünyada son 20-30 yılda meydana gelen savaşların dağılımlarına
baktığınızda bunların çoğunlukla dünyanın önde gelen petrol
havzalarının civarında gelişmiş olması bir tesadüf değildir.
Orta Doğu'daki petrol yataklarının kapasiteleri ile ilgili geleceğe
yönelik olumsuz göstergeler, emperyalist devletleri yeni petrol
havzalarına doğru bir arayışa itmiş, ve bunun sonucunda, Rusya'nın da
dağılmış olması nedeniyle son 10 yılda Hazar petrollerinin önemi ön
plana çıkmıştır.
Son 10 yıldır, Türkiye ve çevresinde oynanan bir çok siyasi ve askeri
oyun ve manevra, aslında temelinde Hazar petrollerinin denetiminin
paylaşımına ilişkin olarak ABD ve Avrupa arasında siyasi emperyalist
mücadelenin sonucunda oluşmuştur.
Hazar petrollerindeki en önemli sorun, kaynakların derinde olmasının
getirdiği yüksek sondaj maliyeti, ve coğrafi açıdan petrolün
nakliyesinden doğabilecek diğer maliyetlerdir. Bu maliyetin Orta Doğu
petrol fiyatlarından yüksek olması nedeniyle, bu bölge, birçok petrol
şirketi tarafından cazip görünmemektedir. Ancak bu petrolün yakın
gelecek için taşıdığı stratejik önem doğrultusunda, özellikle ABD son
15 yıldır, OPEC'e uyguladığı baskılarla petrol varil fiyatının 20-25
USD seviyelerinin altına inmemesi için büyük çaba harcamış, ve bu
doğrultuda bölgeyi (Hazar Petrollerini) Amerika'lı petrol yatırımcıları
için cazip tutmaya çalışmıştır.
Körfez krizi, ve körfez savaşından bu yana ABD'nin çeşitli vesileler
öne sürerek Irak'ı bombaladığı tarihleri, dünyadaki petrol fiyatı
hareketi tabloları ile karşılaştırdığınızda, gerek körfez krizinin
gerekse daha sonradan Irak'a yapılan operasyonların temelinde, Irak'ın
petrol varil fiyatını ABD'nin istediği seviyenin altına düşürdüğü
zamanlara karşı ABD'nin ortaya koyduğu tepki ve yaptırım olduğunu
göreceksiniz.
(Amerikan emperyalizminin, bu anlamda en başarılı olduğu nokta da,
eylemini sadece iktisadi alanda değil, aynı zamanda global olarak
kültürel emperyalizm alanında da yapmış olmasından kaynaklanmaktadır.
Son 20 yıldır, Hollywood her yıl en az bir tane -Amerika'da devlet
sübvansüyonlu olduğunu tahmin ettiğim- filmler yaparak -film süresince
en az 60 saniye ABD bayrağının gösterimde kaldığıTopGun ve türevleri
gibi- ABD'nin ulusal ve askeri şahsiyetine karşı tüm dünya
toplumlarında hayranlık besleyen kitleler yaratmış, ve beraberinde yarı
ulusçu, yarı ABD'li nesiller oluşturmuştur. Bu nesiller ABD'nin tüm
global operasyonları arkasında alkış tutarak ABD'ye global kamuoyu
yaratmıştır. Zira körfez savaşını tüm dünyanın CNN canlı yayınlarında
futbolu maçı izler gibi izlediğini, ve ABD'nin attığı her bombaya rakip
kaleye atılmış bir gol gibi alkış tuttuğunu herhalde herkes
hatırlıyordur.)
Tüm bu koşullarda ve yeni dünya düzeninde Türkiye'nin yerine
baktığınızda, Türkiye yeni yüzyılda tüm bu global odak noktalarının
(Orta Doğu ve Hazar) ortasındaki bir konumda olup; Orta Doğu ile olan
dini, Türki Cumhuriyetlerle olan etnik bağı, Türkiye'yi bir çok
senaryonun ortasında kalmaya mahkum etmiştir.
1980'li yıllarda; dünyanın enerji alanındaki odak noktasının Orta Doğu
olduğu dönemlerde; Türkiye'nin Suriye/Irak sınırında gelişen PKK
terörü, ve bu terörün arkasındaki o zamanlarda destek olan tüm
emperyalist güçlerin (ABD ve AVRUPA) asıl amacı, böylesine yakın ve
dini bağları olan Türkiye'yi buradaki kapışmadan ve paylaşmadan uzak
tutmak; ve gerekirse (ileride Suriye ya da Irak'ta oluşabilecek bir
dağılma ihtimaline karşı) bölge hakimiyetini Türkiye'ye kaptırmamak
için bölgede bir tampon Kürdistan oluşumunun mayalarını hazır tutmak
olarak değerlendirilebilir. Böylelikle, her durumda, emperyalist
devletler bu bölgenin hakimiyetini garantilemiş konumda idi.